“Üstad”la

“ÜSTÂD”A YANIT

 

Haber Türk gazetesinde yazan bir “zât”, sütununda, “Şiire tecâvüz” başlığıyla bir yazı yazarak, benim hazırladığım, Ahmed Hâşim’in bütün şiirlerini derleyen, Can yayınlarının özenle bastığı Bir Günün Sonunda Arzu (Can yayınları, 2011) adlı yapıta değinmiş. Yazının içeriği başlığında kendisini belli ediyor. Üstelik, kitapta Hâşim’in özgün metinlerinin bulunduğundan da hiç mi hiç söz etmiyor, gizliyor. Yazıyı gazetede yayımlandığı sırada okumamıştım; bir dostumun uyarısı üzerine haberim oldu ve gazetenin internet sayfasında bulup okudum; “yorum” bölümüne, sitenin istediği nitelikte ve vuruş sayısında iki kez yazı konusundaki yorumumu yazdım; nedense (!) ikisi de yayımlanmadı; ama bu bölümde, kitabımı karıştırmadan, belki de hiç görmeden yazdıkları, aynı elden çıkmışçasına birbirinin benzeri “yorum”larla, “üstad”ları gibi beni câhillikle, şiirden anlamamakla, zevksizlikle suçlayan on dört “zât”ın karalamalarını koymakta hiç bir sakınca görmemişler. “Üstad”a yazısı konusunda düşüncelerimi bildiren bir elmek (e-mail) gönderdim; yanıtlamak alçakgönüllülüğünde (üstadın anladığı dilden söylersem: “tenezzülünde”) bile bulunmadı. Makaleyi yazan “zât”, kendisi kabul etmese de, başkalarınca belirtilmesinden hoşlandığını belli eden “allâme-i cihân”, “üstâd” bir gazeteci-tarihçidir. Yazı, Haber Türk gazetesinin internet sitesine 1 Ağustos 2011’de konmuş; okurlar yazıyı burada okuyabilirler.

Yazısında özetle şunları söylüyor “üstâd”: Hâşim, Yahya Kemal’den de Abdülhak Hâmid’den de büyük bir şairdir. Can yayınları bir zâtın (yâni ben, KB) eliyle Hâşim’in şiirlerini yalınlaştırmış, metinler tatsız tuzsuz, takır tukur ve maalesef kaba bir hal almıştır; ortaya bir garabet, bir ucube çıkmıştır. ‘Vahşi’ yerine ‘yabanıl’ denebilir mi? Bu dili fakirleştirmek değil midir? Sözlük diye bir şey vardır. İsteyen alır sözlüğü bakar, metni anlar. Daha olmazsa, kitabın sonunda bir sözlük verilir ya da sayfa altında eski sözcüklerin anlamları gösterilir. Böylece de okur şiirin ne demek istediğini anlar. ‘Melâl’, nasıl olur da bir yerde ‘üzüntü’ bir yerde ‘bezginlik’ diye karşılanır? Böyle metinlerin üzerinde çalışmak edebî zevk gerektirir. Edebî zevki gelişmemiş olanlar böyle bir şeye kalkışmamalıdırlar.

Cımbızla çektiği bir kaç sözcüğün ve cümlenin üzerinden “ahkâm kesen” “üstâd”, hızını alamamış olacak ki, yazısını bitirdikten sonra başlığını da “Şiire tecavüz” (t, küçük harf) olarak atmış. Bundan sonra da, sanırım Haber Türk televizyonundaki izlencesinde bir kaç kitabı celâllenip yerlere attığı gibi, Bir Günün Sonunda Arzu kitabını da (mânevî ya da fiilî olarak) yerlere fırlatmıştır.

Ben kendisine “eleştirinin bir ahlâkı (etiği) olduğunu; eleştirinin eleştirileni aşağılamak demek olmadığını; eleştirenin eleştirme hakkı kadar eleştirilenin de dili döndüğü kadar kendisini savunma hakkı bulunduğunu; kendisine gönderilen mektubu yanıtlamamanın en azından görgüsüzlük olduğunu; internet sitesinde savunu için yazılan kısacık yazıyı engelleme (ya da engelletme ya da her ikisi birden) hakkı bulunmadığını; herkesin kendisine göre bir dil anlayışı olduğunu, hiç kimsenin o “zât”ın dil anlayışına uymak zorunda olmadığını söylemeyeceğim; ama bu “zât”ın “her şeyi ben bilirim; başkaları hâşâ” belirtisi ile başlayan “benbenlik hastalığı bulunduğunu” söylemeden de geçemeyeceğim.

Bakın, benim söylemem gerekenleri yazar Cemal Karanlık, sabitfikir dergisinde (Ağustos 2011, sayı 7, s. 48) özlü bir biçimde söylemiş:

«Can yayınları, Haşim’in tüm şiirlerini Bir Günün Sonunda Arzu adı altında toplamış. Şiirleri bugünün diline Kemal Bek aktarmış. Ama şiirlerin özgün halleri de var. Bir sayfada Osmanlıca, bir sayfada Türkçe. (Diyecek ki Bardakçı, Osmanlıca da bir nevi Türkçe değil mi? Onu kendisi araştırsın!) Murat Bardakçı, gazetedeki yazısında Can’ın şiirlerin orjinallerine yer verdiğini yazmamış. Zira siz orjinallere yer verdikten sonra, yapılan çeviriye kimin ne diyeceği olabilir? // Kemal Bek’in Türkçesini beğenmiyorsanız okumazsınız. Ama yapılan iş de öyle şiire tecavüz filan değildir.»

Ben de ekleyeyim: Gazetede de ekranda da herkesi küçümseyerek, aşağılayarak, “ille de en doğruyu ben bilirim” diye tepinmek, işine gelmeyeni gizlemek de, öyle “üstâd”lık filan değildir.

Not:

İnternet sitesindeki yazının altında bulunan “yorumlar” bölümüne “misafir” olarak karalamalar yapan, “kahve dövücünün hınk deyicisi” kişilere: Siz önce Türkçe karacümlenin nasıl yazılacağını öğrenin, sonra kitabı alın, okuyun, anlayın, hazırlayanın ne yapmak istediğini düşünün, “üstâd”ın cilâlamasını ondan sonra yapın. Hadi o “zât” kitabı yerden yere vururken özgün metinlerin de kitapta yer aldığını fark edemedi (!), sizin on dördünüzden biri de mi fark etmedi yâhu!