ELEŞTİRİ ANLAYIŞIM

Yücel Kayıran, Gösteri dergisi (sayı 264, Kasım 2004) için düzenlediği soruşturmanın sorularını aşağıdaki gibi düzenlemişti:

BİR Cumhuriyet’in başlangıcından günümüze kadarki süreci dikkate alırsak, bu gün, bir Türk şiir eleştirisinden ya da eleştiri üslubundan söz edilebilir mi? Edilebilirse, bu üslubun temel özellikleri nelerdir? Bu özelliklerin oluşumunda, size göre hangi eleştirmenlerin katkısı olmuştur?

İKİ Bir şiiri çözümlerken belirleyici olan analiz öğeleri nelerdir? Eleştirel yaklaşımınızın ve/veya çözümlemelerinizin temelinde yer alan kuramsal poetik ilkeleri nasıl tanımlarsınız? Tanımlamak ister misiniz?

Benim kısaltarak gönderdiğim yanıtımın tamamı şudur:

ELEŞTİRİNİN ÜSLÛBUNU,

ELEŞTİRİLEN SANAT YAPITI BELİRLER

BİR

Ben sorudaki “şiir eleştirisi” tamlamasını, “şiir metninin eleştirisi” olarak alıyorum.

Bu nedenle de “şiir eleştirisi”nin kapsamını, alışılmış anlamda kullananların tersine, oldukça daraltıyorum. Eleştiri denen uğraşın varlığının sanat yapıtının varlığına bağlı olduğunu, yapıt olmadan eleştiri-yorum olamayacağını düşünürsek, “isimler sözlükleri”nde “eleştirmen” olduğu belirtilen bir çok yazarın, aslında denemeci, açıklamacı ya da tanıtımcı oldukları söylenebilir. Bana sorarsanız, “şiir eleştirmeni”, “şiir metninin bileşenlerine yönelik düşünceler üreten ve bunları yazarak başka okurlarla paylaşan okurdur,” derim. Buna dayanarak, sorunun “ve” öncesindeki “Bir Türk eleştirisinden söz edilebilir mi” bölümüne, “Evet, kesinlikle bir Türk şiir eleştirisinden söz edilebilir,” diye yanıt veriyorum. Çünkü sanat yapıtının (şiirin) olduğu her yerde ve her çağda “sanat eleştirisi” (şiir eleştirisi) zorunlu olarak vardır.

Bir şairin her şiiri, kendi başına bağımsız bir dil mîmârîsidir. Şiir metni konusunda düşünce üreten okur (demek, eleştirmen) ise, metne bağlı olarak bir sanatçıdır; dolayısıyla eleştiri metni de kendisine özgü yazınsal (dolayısıyla sanatsal) bir varlıktır; her sanatçının ürünlerinin üslûbunun bireşiminden oluşan bir üslûbu olduğu gibi, her eleştirmenin de, eleştiri metinlerinin üslûplarının bireşiminden oluşan bir üslûbu vardır.

Her şiir eleştirmeninin üslûbunu, “şiir metni”ni eleştirirken kullandığı yöntem belirler. “İzlenimlerin aktarılması”ndan “göstergebilim”e kadar kullanılan eleştiri yöntemleri, eleştirmenin şiir metnini yorumlarken izleyeceği yolu gösterir. Aynı eleştirmen, aynı şiiri, farklı yöntemlerle irdelediğinde, yazdığı metinlerin üslûbu da farklı olacaktır. (…) Şiirin üslûbunu, şiirin bileşenleri (içerik, biçim, dil, şairin kişiliği, çağın eğilimleri vb) belirler; şiiri irdeleyen eleştiri metninin üslûbunu ise, bir “disiplin çalışması” olmasından dolayı, o disiplin belirler.

Bu sorunun, “Türk şiir eleştirisinin üslubundan söz edilebilir mi” bölümüyse,  tartışmaya açıktır. Bu sorunun yanıtı için, “şiir eleştirisinin sanat olup olmadığı” sorusu irdelenmelidir. Bir şairin her şiiri, kendi başına bağımsız bir dil mimârîsidir; şiirler arasındaki ortak özellikler ise, bence rastlantısaldır. Şiir metninin bileşenlerine yönelik düşünce üreten okursa, metne bağlı olarak bir sanatçıdır. Şiir metni nasıl kendi başına yazınsal bir varlıksa, bu metne bağlı olarak üretilen eleştiri metni de kendisine özgü yazınsal, (dolayısıyla sanatsal) bir varlıktır; çünkü, her sanatçının ürünlerinin üslubunun bireşiminden oluşan bir üslubu olduğu gibi,  her eleştirmenin de, eleştiri metinlerinin üsluplarının bireşiminden oluşan bir üslubu vardır.

Sanatsal metinlerin kendilerine özgü bileşenleri olduğu gibi, eleştiri metinlerinde de kendilerine özgü iki bileşeni bulunmaktadır:

I. Her şeyden önce, eleştirmenin “şiir metni”ni eleştirirken kullandığı yöntemin belirlediği bileşenden söz edilmelidir. Yazın tarihi boyunca, “izlenim”lerin aktarılmasından “göstergebilim”e kadar kullanılan eleştiri yöntemleri, eleştirmenin şiir metnini yorumlarken izleyeceği yolu gösterir. Aynı eleştirmen, aynı şiiri, farklı yöntemlerle irdelediğinde, ortaya çıkan metinlerin üsluplarının farklı olacağı apaçıktır. Örneğin yazın tarihine dayalı eleştiri anlayışının temsilcisi olan Mehmet Kaplan’ın üslubuyla, göstergebilimin temsilcisi Mehmet Rifat’ın üslubunun hiç bir benzerlik taşımadığı, elimizdeki örnek metinlerde görülmektedir. O zaman şu söylenebilir: Eleştirmen hangi çağda yaşamış olursa olsun, dönemin yazma eğilimlerinin çok küçük bir yüzde tutan katkısı bir yana, aşağı yukarı benzer bir üslupta yazacaktır. Özetle, şiir metninin, yaratılmış bir metin olması dolayısıyla kendisine özgü bir üslubu olmasına karşılık; eleştiri metninin üslubunu, bir “disiplin çalışması” olmasından dolayı, o disiplin belirler.

II. Şiir eleştirisini oluşturan bileşenlerden ikincisi, eleştirmenin öğrenimi, şiir zevki, tutkuları, yazma becerisi, dönemin eğilimleri, okumaları, ideolojisi gibi kişiliğini oluşturan etmenlerdir. Bana göre, Mehmet Kaplan Şiir Tahlilleri II’deki eleştirilerini, 1980’li yıllarda kaleme alabilseydi, hem varacağı yargılar hem de bu yargıları ifade biçimi demek olan üslubu çok farklı olacaktı. Belki şairlerin ideolojilerine farklı gözle bakabilecek, kimseyi marksistlikle suçlamayacak, kimi yazılarına görüldüğü üzere şiiri şairine göre yargılamayacak ve böylece “has” şair olduğunu ileri sürdüğü, ama sonradan adı unutulmuş kimi şairleri övmeyecek; şiirin eleştirmenden beklediği soğukkanlılığı elinden kaçırmayacaktı. Sözün kısası, Mehmet Kaplan’ın şiir eleştirisindeki üslubunu, kullandığı yöntem gibi, şair ve şiir karşısındaki tavrı da belirlemiştir.

İşte bu nedenlerden dolayı nasıl “Türk şiirinin temel özelliklerinden”, demek konumuz üslup olduğuna göre, “genel üslubu”undan söz edilemezse; “Türk eleştirisinin temel özellikleri”nden, demek konumuz üslup olduğuna göre, “genel üslubu”ndan da söz edilemez; yine bu nedenle de, sorunun “Bu üslubun temel özellikleri nelerdir?” ve “Bu özelliklerin oluşumunda, size göre hangi eleştirmenlerin katkısı olmuştur?” bölümlerinin yanıtı yoktur. Belki, göstergebilimin temsilcileri olan Adnan Benk, Tahsin Yücel, Mehmet Rifat gibi eleştirmenlerin, eleştiri metinlerinde kullandıkları ve eleştirmenin öznel bakış açısını (haklı olarak) dışlayan yöntemleri dolayısıyla, eser miktarda “benzer üslup”tan söz edilebilir; ama ben, bundan da emin değilim.

İKİ

Bu sorunun yanıtına girmeden önce, şiiri tanımlamak gerekiyor. Bana göre şiir, “düzsöz (nesir) olmayan metin”dir. Bu tanım, “düzsözel şiir”i (mensur şiir) de içerir. Bundan dolayı da ele alınan metnin, her şeyden önce şiir olması gerekir. Yazın tarihi boyunca “şair”lerle “müteşâir”ler birbirine karışmıştır. Eleştirmenin “şiir” ile “manzume”yi, soğukkanlılıkla birbirinden ayırması gerekiyor. Çünkü, şiir eleştirmeninin “görev” alanına yalnızca “şiir” girer; manzumeler, şiirimsiler, güzel duygular içeren, alt alta dize gibi yazılmış, örneği pek çok görülen metinler şiir eleştirmeninin görev kapsamı dışındadır ve yazın tarihçisinin, yazın toplumbilimcisinin, ders kitabı yazarının görev alanındadır.

Şiir eleştirisini birbirinin içine geçmiş iki “dikkat noktası” belirler: Metnin içeriği ve biçimi.

Şiir metninin içerik tanımını en özlü biçimde, Ahmet Hâşim’in Göl Saatleri kitabının önsözü olan “Mukaddime” şiirinde bulabiliriz:

Seyreyledim eşkâl-i hayâtı / Ben havz-ı hayâlin sularında, / Bir aks-i mülevvendir anın’çün / Arzın bana ahcâr ü nebâtı. [Seyrettim hayatı / Ben hayâl havuzunun sularında, / Bir, renkli yansıma(lar)dır, bu nedenle / Dünyanın bana, taşları ve bitkileri.]

Benim konumuz açısından bu dörtlükten çıkardığım içerik açıklaması ve tanımına göre, şiir metninde dört öğe vardır:

Hayat (kıtada: dünya, ahcâr ü nebât), şairin imgelemi (kıtada: havz-ı hayâl), şiir metni (okuduğumuz dört dize) ve okur (ben, eleştirmen). Bunlardan biri olmazsa, şiirin “var olma”sı söz konusu değildir. Hayat, şairin ve benim dışımızda, çoğu zaman oluşumuna müdâhale edemediğimiz, ama şöyle ya da böyle tepki gösterdiğimiz bir oluş; şairin imgelemi, şairin öznel yetişiminin ona kazandırdığı ve belirlediği algılama gücüdür. Şair, bu dünyayı algılar ve imgeleminde kişiselleştirir; bir başka deyişle “nesnel dünya”yı “öznel dünya” biçiminde dönüştürür ve sözcüklere, şiire döker. Bu nedenle de, bence “nesnel şiir” (daha geniş anlamda, “nesnel sanat”) söz konusu değildir. Şair şiirini bitirdiğinde, bu “dünya” artık “şairin imgelemiyle algıladığı dünyadır.” Ben (okur, eleştirmen) şiiri okuduğumda ve algıladığımda ise, dünya, “benim dışımda var olan dünya” ya da “şairin imgelemiyle algıladığı dünya,” değil, “benim bu şiir yoluyla, ama niteliklerini kendi yetişimimin dönüştürmesiyle algıladığım dünya”dır. Bir başka deyişle, şair dünyayı öznelleştirmiştir; ben de şairin şiirini okuyarak, “şiirdeki özelleştirilmiş dünya”yı bir kez daha öznelleştirmişimdir.

Sanatta, özel olarak şiirde ve dolayısı ile sanat (şiir) eleştirisinde farklı üslupların ortaya çıkmasının nedeni budur. Oysa bilim adamı, sanatçının (şairin) yaptığının tersini yapar; dünyayı, yetişiminin beslediği verilerle nesnelleştirerek inceler, nedenleri ve sonuçları dizgeleştirir, bir süre için geçerli olacak nesnel bir sonuca varır; sonra bu süreci en kısa ve en dolaysız yoldan yazar. Bu nedenle de, bilim adamının üslubundan söz edemeyiz.)

Bundan dolayı da “şiir eleştirisi”, eleştirmenin (okurun) şiire gösterdiği öznel bir tepkidir. Şimdi bu durumda sağlıklı bir eleştiri için, şiir eleştirmeninin bir sanat yapıtı olarak şiire bakarken, elinden geldiğince soğukkanlı olması gerekir. Şairin, solculuğu ya da sağcılığı ya da dinciliği ya da ateliği ya da egemen sınıfların ya da işçi sınıfının ya da kapitalizmin ya da nihilizmin yanında olup olmadığı şiir eleştirisinin derdi değildir. Elbet de, şairin olduğu gibi şiir eleştirmeninin de bir dünya görüşü, şiirleştirilmesini istediği konular ve temalar vardır. Ama bir şiir metnine yaklaşırken, şairin neden bu konuyu değil de o konuyu işlediğini sorgulamak ve şairin dünya görüşü eleştirmeninkine uyuyorsa doğrulamak, güzellemek, övmek; uymuyorsa yanlışlamak, aşağılamak, yermek söz konusu olmamalıdır. Her okur gibi eleştirmenin de şairin dünya görüşünü kabullenmeme, yanlışlıklarını sözlü ya da yazılı olarak sergileme, dahası yerme ve suçlama hakkı vardır, ama şairin de okurun (eleştirmenin) suçlamasına karşı, okurun dünya görüşünü kabul etmeme, yerme ve suçlama hakkı olduğu kabul edilmelidir. Ancak, şiir eleştirisi metni, bu ölçüt üzerine inşa edilemez;  edilmeye soyunulursa, o metnin “şiir eleştirisi metni” olduğu söylenemez. O zaman şiir eleştirmeninin ilk ölçütünün, şairin dünya görüşünün yargılanmaması olduğunu söyleyebilirim.

Şiir bir üstdil ürünü olduğuna göre, bu dilin bileşenleri, şiir eleştirmeninin asıl inceleme alanıdır. “Şair, göstergelerini bulduğu içeriği  hangi üstdil öğeleriyle şiirleştirmiştir ki ölçünlü (standard) dilde karşılıkları yoktur?” sorusunun karşılığını aramak, şiir eleştirmeninin asal görevidir. Bunlar, başta imgeler olmak üzere şiirin biçimi, ses (âhenk) öğeleri, mecazlar ve şiirdeki karşılıkları, şiirdeki takınak kavramlar, duygular, düşünceler (bir başka deyişle: “leitmotiv”ler); gerekiyorsa, şairin kişiliğiyle ilgili öğelerdir.

Ben “uzman okur” olarak şiir konusundaki eleştirimi yazarken, elden geldiğince “önceden belirlenmiş” bir eleştiri şablonundan yola çıkmamaya çalışırım. Bu nedenle de şiiri ilk okuduğumda aldığım izlenimler çok önemlidir; ama eleştirimi salt bu izlenimler üzerine kurmamaya özen gösteririm; çünkü eleştiri enine boyuna düşünme, irdeleme işidir. Eleştiride esinin yeri yoktur; olsa bile, bu esinin geliştirilmesi, dizgeselleştirilmesi, eleştiribilimselleştirilmesi, rastgelelikten yöntemliliğe evrilmesi gerekir. Bu temelin yanı sıra, yerinde ve dozunda olmak üzere yazın tarihinden, şairin yaşamöyküsünden, bilebildiğim kadarıyla başka bilim disiplinlerinden yararlanırım. Bütün bunlar, benim yöntemimi oluşturur.

Bundan dolayı, bana göre eleştirinin üslûbunu, eleştirilen sanat yapıtı belirler.